Günümüzde bağımsız olan 7 Türk ülkesi, yarı bağımsız olan 15 adet Türk devleti var. Moğolistan Türk devleti mi? Günümüzdeki Türk devletleri hangileri? Moğollar Türk mü?
MOĞOLLAR TÜRK MÜ?
Cengiz Han’ın Moğol topluluğu etnik değil, bir bakıma Osmanlı tabiri gibi siyasî bir tabirdir. aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uyruklar da vardır. Kaşgarlı Mahmud, Tatarlar’ı, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.
Moğollar, Doğu ve Orta Asya kavimlerindendir. Asıl yurtları olan Moğolistan’ın ve Moğolistan devleti (“Dış Moğolistan”) ile sınır paylaşan fakat Çin’e bağlı olan İç Moğolistan bölgesinin yerli halkıdırlar.
Bugün Moğollar, Moğolistan dışında Rusya’ya bağlı; Aga Buryat Özerk Bölgesi, Ustorda Özerk Bölgesi ve Buryat Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Ayrıca Çin’de neredeyse 6 milyon etnik Moğol var, ve bunların 4 milyondan fazlası İç Moğolistan’da yaşar.
Tarihte, Asya kıtasının büyük bir kısmına sahip olup yayıldılar. Memleketlerinden çıkıp da geri dönmeyenler, diğer milletler arasında eridiler. Moğolca konuşurlar.
MOĞOLLAR YÖNETİM ŞEKLİ VE BİRİMLERİ
Cengiz Han’ın teşkilâtlandırdığı Moğollarda, ahâliye ivgen, boya obop, âile ve en küçük birliklere de aymuğ ve yasun denirdi. Ordu da bu usûle göre teşkilâtlanmıştı. Ulus denilen Moğol kâbile birliklerinin hepsi asker sayılırdı. Kabîleler sefere, kendi çadırları, hayvanları ve kadınları ile bir ordu gibi giderdi. Her kabîle kendini idâre ederdi. Sanat bölükleri, idârî kumanda teşkilâtları yoktu. Silâhlarını kendileri yaparlardı. İşgâl ettikleri ülkeler, merkezî bir devletten idâre edilemeyecek kadar genişledi. Siyâsî ve idârî bakımdan tecrübesiz olan Moğollar, bu yüzden çok zor duruma düştüler. Devlet kadrosunda idâreci ve vergi toplayacak memurları yok denecek kadar azdı.
Cengiz Han’ın soyundan olanlar, Çağatay Hanlığı (1227-1372), İlhanlılar (1256-1353), Altınordu (1226-1502), Şeybani Hanlığı (1500-1598) ve Kırım Hanlığı’nı kurdular. Cengiz Hanın oğulları ve torunlarının hâkimiyeti çok kısa sürdü. Abbâsî halîfeliğinin merkezi Bağdat’ı 1257’de yıktılar. Suriye dâhil Doğu Akdeniz, Batı Anadolu kıyılarına Avrupa’da Viyana şehri civârına kadar hâkim oldular. Moğolların yenilmezliğini, Mısır Memlûkleri yıktı. Hülâgu Hân’ın ordusunu, Memlûk Sultânı Kutuz ve komutanı Baybars, 1260’ta Ayn Calut’ta büyük bir bozguna uğrattı. Doğu Karadeniz’deki Haçlı kralları ve Kilikya Ermenileri ile de Memlûkler Devletine karşı anlaştılar. Anadolu’da da on üçüncü asrın ortalarından sonra Moğol vâliler söz sâhibi oldu.
14. asrın başlarında Orta ve Güneybatı Asya’da İslâm ülkelerinde yaşayan Moğollar İslam dinini kabul etmeye başladılar. İlhanlı hükümdârı Gazan Hanın İslâmiyeti kabûl etmesiyle, kumandan, vezir ve askerlerinden pek çoğu müslüman oldu. İslâmiyeti kabûl eden İlhanlılar devlet adamları, bölgedeki ahâliyle kaynaşmayı sağladılar. Mâverâünnehr, Yedisu ve Doğu Türkistan’a hâkim olan Çağatay Hanlığı, on dördüncü asrın sonunda Timur İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girdi. Güney Rusya ve Batı Sibirya’daki Cuci sülâlesinden Altın Orda’da Berke Han Müslüman oldu.
On beşinci asrın sonuna kadar bölgeye hâkim olan Altın Orda, Tîmûrlular tarafından yıkıldı. Bir kısım toprakları üzerinde Kazan Hanlığı kuruldu. Cuci sülâlesinden Şeybânî Hanlığı sülâlesinden Kırım Hanlığı, en uzun ömürlü hânedân oldu. Osmanlı Devleti’ne tâbi idiler.
On beşinci asırdan on sekizinci asrın sonuna kadar iktidârda kaldılar. Dış Moğolistan’daki Moğolistan bağımsız, Rusya’ya; İç Moğolistan’daki muhtar idâre de Çin’e bağlıdır. Moğolistan’da yaşayan Moğollar, Buda inancının Lamaizm mezhebine mensuptur. Din adamlarına “lama” adını verirler. Lamalar, tabiblik ve büyücülük de yaparlar. Din merkezleri Tibet’teki Lhasa şehri olup ikinci derecedeki dînî merkezleri Urga’dır. Moğolistan’da, Tengricilik ve Hristiyanların yanında, çok az da İslâm dînine mensup olanlar vardır.
MOĞOLLARIN DİLİ NE? MOĞOLLAR TÜRK MÜ? MOĞOLLAR DİNİ NE?
Dilleri Altay dil ailesinden Mançu-Tunguzca, Türkçe ve Korece ile gramer ve kelime bakımından ilişkili bulunan Moğollar’ın menşei (İslâm kaynaklarında Tatarlar) ve VI. yüzyıldan önceki tarihleri oldukça karanlıktır. Moğol adı, kaynaklarda ilk defa VII. yüzyılda T’ang sülâlesi resmî tarihleri Chiu T’angshu ve Hsin T’angshu’da “Mêng-wu” ve “Mêng-wa” şeklinde Proto-Moğol Shih-wei kabile grupları arasında önemsiz küçük bir kabile ismi şeklinde geçer; devlet ve hânedan adı olarak kullanılması Cengiz Han zamanında, millet adı olarak kullanılması ise çok daha sonra gerçekleşmiştir. Arkeolojik kazılardan elde edilen bilgilere göre Moğol asıllı kabileler, daha milâttan önce II. binyıldan itibaren Türk menşeli kabilelerin doğusunda yer almakta ve Tula nehrinin kaynakları her iki ırk arasında sınır teşkil etmekteydi. Bu dönemde Moğollar, Tula nehrinin kaynaklarından Mançurya’nın batı ve güneybatısına kadar yayılmışlardı. Hunlar’dan itibaren Moğollar ile Türkler arasındaki temasların sıklaştığı görülmektedir. Büyük Hun Devleti’nin yıkılmasının ardından Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu, III. yüzyılın başlarından VI. yüzyılın ortalarına kadar Moğol asıllı Hsienpi ve Juanjuanlar tarafından doldurulmuştur. VI. yüzyılın ortalarından itibaren önce Göktürk, daha sonra Uygur hâkimiyetine giren Moğollar bu dönemde Türk kültürü ve devlet geleneklerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.
X-XII. yüzyıllarda Moğol asıllı kabileler tarafından Kuzey Çin ile İç Asya’da Curcen, Kitan ve Karahıtaylar gibi devletler kurulmakla birlikte Moğollar’ın dünya tarihinde önemli rol oynaması, ancak XIII. yüzyılın başlarında Timuçin’in kurduğu Moğol İmparatorluğu ile olmuştur. Timuçin, uzun mücadelelerin ardından bütün Moğol aşiretlerini tek bir devlet çatısı altında toplamayı başardı. 1206’da Cengiz (Çingiz) Han unvanını aldıktan sonra 1209 yılına kadar sırasıyla Kırgız, Merkit, Nayman ve Uygurlar’ı idaresine aldı. Moğolistan’a tam anlamıyla hâkim olarak Cebe Noyan vasıtasıyla eski düşmanı Güçlüg’ün (Güçlüğ, Küçlük) yönetimine giren Karahıtay topraklarını ele geçirdi (1218). Cengiz Han’ın Kuzey Çin’de hüküm süren Kin Devleti’ne karşı başlattığı savaş ise ancak halefi Ögedey zamanında sona erdi (1234). Cengiz Han yaptığı idarî, içtimaî ve askerî düzenlemelerle kendisine nisbetle Cengizîler diye de anılan Moğollar’ı tarihlerinde ilk defa düzenli bir teşkilâta kavuşturdu ve onları cihan devleti telakkisiyle yeniden yapılandırdı. Moğol yazı kültürü de ilk olarak bu dönemde yaygınlık kazandı.
Karahıtay topraklarının ele geçirilmesi Cengiz Han’ı batıda Hârizmşahlar’a komşu yapmıştı. 1218 yılında 450 kişilik bir Moğol kervanının Otrar’da kılıçtan geçirilip mallarının yağmalanması ve gönderilen elçilerin de öldürülmesi üzerine Cengiz Han ertesi yıl güçlü bir orduyla Hârizmşahlar’a karşı sefere çıktı. Sultan Alâeddin Muhammed b. Tekiş, Moğollar’a karşı meydan savaşı vermek yerine ordusunu şehirlere taksim ederek savunma savaşı yapmayı tercih etti. Ancak önce Otrar ve Hucend, ardından Buhara ve Semerkant düştü. Bu durumda mücadelenin imkânsız olduğunu anlayan Alâeddin Muhammed, Horasan üzerinden Mâzenderan’a ve oradan Hazar denizindeki Âbeskûn adasına kaçtı; kısa bir süre sonra da öldü (Şevval 617 / Aralık 1220). Yerine sultan ilân edilen oğlu Celâleddin Hârizmşah yaklaşık on yıl boyunca Kuzey Hindistan, Irâk-ı Acem ve Azerbaycan’da başarılı bir şekilde mücadele verdiyse de çabaları Moğollar’ı durdurmaya yetmedi. 617-618 (1220-1221) yıllarında Cebe ve Sübütay kumandasında gerçekleştirilen askerî harekâttan sonra Horasan üzerinden Irâk-ı Acem ve Azerbaycan’a giren Moğol müfrezeleri, Kafkaslar’dan Karadeniz’in kuzeyine geçtikleri zaman gerilerinde virane halinde bir ülke bıraktılar. Bu harekâtı 621’de (1224) yağma ve tahrip amaçlı başka seferler takip etti. Nihayet Celâleddin’in son önemli direnişini de 625 (1228) yılında İsfahan şehri önlerinde kıran Moğollar, kendi hâkimiyetlerini tanıyan Fars Atabegleri idaresindeki Güney İran dışında bütün Orta ve Batı İran’ı yağmaladılar. Halkının önemli bir kısmını öldürüp harabeye çevirdikleri ülkeyi birkaç yıl kendi kaderine terkettiler.
Cengiz Han 1227 Ağustosunda öldükten sonra da Moğol İmparatorluğu’nun genişlemesi durmadı. Onun halefi Ögedey Han zamanında (1227-1241) Çin’in önemli bir kısmı ile Kore zaptedildiği gibi batıya seferler düzenlemekle görevlendirilen Curmagun, İran ve Azerbaycan’daki Moğol hâkimiyetini daha da güçlendirdi. Ögedey’in oğulları Güyük (Göyük) ve Kada’an başta olmak üzere pek çok şehzadenin katıldığı, Cuci’nin oğlu Batu kumandasındaki bir ordu ciddi bir direnişle karşılaşmadan Doğu ve Orta Avrupa’yı istilâ etti (1237-1241). 639 (1241-42) yılında Afganistan’a gönderilen Tair Bahadır kumandasındaki bir ordu da Herat, Sîstan ve Lahor’u ele geçirdi (Cûzcânî, II, 163-164).
XIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Moğol İmparatorluğu artık tek bir merkezden yönetilemeyecek kadar büyümüştü. Cuci’nin oğlu Batu, Cengiz Han tarafından yapılan taksimata dayanarak babasının hissesine düşen Deştikıpçak’a hâkim oldu. Ögedey’den sonra idareyi nâibe sıfatıyla karısı Töregene Hatun ele aldı (1241-1246). Daha sonra tahta çıkan Güyük Han (1246-1248) Batu ile mücadeleye hazırlandığı sırada öldü. Mengü Han (1251-1259) tahta çıktığında kardeşi Kubilay’ı Çin’e gönderirken diğer kardeşi Hülâgû’yu da “ilhan” olarak İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu’ya tayin etti. Başlangıçta idarî zorunlulukların gerektirdiği bu taksimat, hânedan içerisindeki anlaşmazlıkların artmasına paralel olarak Moğol hâkimiyetinin zamanla birbirinden bağımsız parçalara ayrılmasına zemin hazırladı.
Hülâgû’nun 653 (1255) yılında Ceyhun’u geçerek Horasan’a girmesiyle Yakındoğu’da Moğol hâkimiyetinin ikinci devresi başladı. Hülâgû önce 654’te (1256) Alamut’u ele geçirip buradaki İsmâilî hâkimiyetine son verdi ve kale halkını tamamen yok etti; iki yıl sonra da Bağdat’a girerek Abbâsî hilâfetini yıktı. Böylece Hazar denizinin güney sahilleri hariç bütün İran’da siyasî birliği yeniden tesis etti. Ardından askerî harekâtı Suriye üzerine yönlendirdi. Ancak Suriye istikametindeki Moğol ilerleyişi ilk defa Memlükler tarafından 658 (1260) yılında Aynicâlût Savaşı ile durduruldu; Abaka (1265-1282) ve Gazân Han (1295-1304) zamanındaki yeni teşebbüsler de başarısız kaldı. Moğol yayılması, batıda Anadolu Selçukluları’nın Kösedağ Savaşı sonucu tâbi devlet konumuna gelmesiyle (641/1243) Bizans sınırlarında sona erdi. Bununla birlikte İran, Azerbaycan, Anadolu ve Irak’ın idaresi yaklaşık bir asır boyunca İlhanlılar’ın hâkimiyetinde kaldı.
Doğu’da Cengiz Han zamanında başlayan Çin istilâsı Ögedey ve Mengü Kağan tarafından devam ettirildi. Kubilay Kağan (1260-1294) çetin savaşların ardından nihayet bütün Çin’i ele geçirdi. 1264 yılında başşehrini kendilerinin Hanbalık dedikleri, Çin hükümdarlarının oturduğu Chungtu’ya (İslâm kaynaklarında Çünkdû, Pekin) taşıdı. Kubilay, Sung hânedanına son vererek Yüan hânedanının kurucusu oldu. Ardından Moğol hâkimiyetini Japonya, Çinhindi ve Cava’ya (Java) yaymak için faaliyete geçtiyse de başarılı olamadı. Çin’de hüküm süren Moğollar, Kubilay Kağan’dan itibaren yerli kültürden önemli ölçüde etkilendiler.
XIII. yüzyılın ikinci yarısında merkezî Moğol hâkimiyetinde parçalanmalar oldu. Bu parçalanmayı Cengiz Han’ın torunları arasındaki iç savaşlar takip etti. Abaka, Argun, Gazân ve Olcaytu zamanlarında İlhanlılar, Azerbaycan hâkimiyeti için Kafkaslar’da Altın Orda, Horasan hâkimiyeti için de doğuda Çağataylılar ile mücadeleye girdiler. Bu iki hanlık zaman zaman ciddi istilâ teşebbüsleriyle İlhanlılar’ı daima tehdit altında tuttu. Yakındoğu’da Altın Orda-Memlük ittifakı İlhanlılar’ın dikkatini tek bir tarafa yönlendirmesini önledi. Orta Asya’da ise Ögedey’in torunu Kaydu ile Büyük Han Kubilay arasında şiddetli savaşlar cereyan etti. Gazân Han zamanında İslâmiyet’in kabulüyle (1295) İlhanlılar büyük hanlardan koptu.
Dışarıda tabii yayılma alanlarına ulaşan Moğollar, içeride yerleşik coğrafyaya hâkim olan savaşçı bir göçebe topluluğun karşılaşacağı bütün sorunları kuvvetle yaşadı. Vergi, muhasebe ve maliye alanında belli bir sistemin tesisi uzun zaman aldı ve bu sistem ancak köklü bir bürokrasi geleneğine sahip yerli (Çin, Uygur ve İranlı) unsurların eliyle kurulabildi. Bununla birlikte harabeye çevrilen çok geniş bir coğrafyada istikrarlı bir ekonomik sistemin kurulabilmesi ancak ciddi sorunların çözülmesine bağlı idi. Bu yöndeki bazı gayretlere rağmen Moğol hükümdarları istilânın ortaya çıkardığı köklü sorunları çözmede başarılı olamadılar. Moğol idaresi daha önce etnik, siyasî, idarî, iktisadî ve dinî olarak farklı teşekküllerin elinde bulunan ve istilâ ile harabeye dönen geniş coğrafyada ortak bir sistem kuramadı.
Başlangıçta şamanist olan Moğollar müslüman ve hıristiyan milletlerle ilk defa istilâ sırasında karşı karşıya geldiler. Kendilerini savaş sırasındaki azgınlıklarının tesirine kaptırmadıkları zaman diğer din ve inanç mensuplarına büyük bir hoşgörüyle yaklaşırlardı. Din adamlarının tartışmalarını ilgiyle takip eder, onları vergiden muaf tutar ve ibadetlerini tam bir özgürlük içinde yapmalarına izin verirlerdi. Mengü Han’ın sarayında Budist ve hıristiyan rahipleriyle müslüman din adamları her zaman himaye edilmiştir. Onun devrinde Tibet’in “lama” denilen rahipleri Budizm’in Moğollar arasında yayılmasında etkili oldu. Güyük Han’ın Hıristiyanlık hakkındaki kanaatleri olumluydu ve onun hükümet işlerini iki hıristiyan devlet adamına bırakması yüzünden müslümanlar büyük sıkıntılara mâruz kalmışlardı. Eşi sonradan hıristiyan olan Hülâgû ve Argun Han gibi bazı İlhanlı hükümdarları döneminde de müslümanlar zulüm ve haksızlığa uğramışlardır. Abaka Han ise Avrupa hükümdarlarına elçiler göndererek onları müslümanlar aleyhinde bir ittifaka teşvik etmiştir. Doğuda Kubilay Han Nestûrîliği ve Budizm’i desteklerken İslâmiyet’e şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak bu olumsuz şartlara rağmen İslâmiyet istilâcı Moğollar arasında Hıristiyanlık’tan daha fazla kök salmış ve galipler zamanla müslümanların dinini benimsemiştir. Bu hususta Moğol-Türkmen yakınlaşmasının ve İran kültürünün etkisi büyüktür. Moğollar’ın Budist ve hıristiyanlara olduğu gibi Şiîler’e de hoşgörülü davranmaları İran’da Şiîliğin yayılmasını büyük ölçüde etkilemiştir.
Göçebe bir gelenekten gelen Moğollar hükmettikleri coğrafyalarda yerleşik kültürlerin etkisine girmekte gecikmediler. Doğuda Kubilay’ın Moğollar’ı kısa sürede yerli halk tarafından özümlenirken batıda İlhanlılar bürokrasi ve idarî alanda yavaş yavaş İran geleneklerini benimsediler. Cengiz Han’ın ölümünün üzerinden henüz yarım asır geçmeden Berke Han zamanında (1256-1266) İslâmiyet Altın Orda Devleti’nin resmî dini haline geldi. Bunu, İlhanlılar’da Ahmed Teküder devrindeki (1282-1284) başarısız denemenin ardından hânedanın en seçkin siması Gazân Han’ın (1295-1304) İslâm’ı kabulü ve içtimaî, idarî ve iktisadî sahalarda yaptığı reformlar takip etti. Doğudaki büyük han Kubilay Kağan’ın ölümünden (1294) sonra artık akrabalık derecesi oldukça zayıflayan amcazadeleriyle tâbiiyet bağlarını koparan Gazân Han, İran’da bozkır geleneklerinin yanında İslâmî ve İranî temellere dayanan bir devlet düzeni oluşturdu. Halka karşı Moğol emîrleri ve vergi tahsildarlarının yaptığı zulmün önüne geçmek istedi. Gazân’ın çabaları Yakındoğu’da bulunan Moğollar’ın yerleşik kültürle temasını hızlandırdı. Tarihî kaynaklarda Gazân, Olcaytu (1304-1316) ve Ebû Said’in (1317-1335) Moğol yazısının yanı sıra Farsça’yı da bildikleri kaydedilmektedir (Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî, II, 1337; Vassâf, s. 617; Abdullah b. Ali el-Kâşânî, s. 17).
Kısa sürmesine rağmen Moğol hâkimiyeti Yakındoğu’da pek çok olumsuz iz bırakmıştır. İstilâ sırasında Mâverâünnehir, İran, Irak ve Anadolu şehirleri büyük zarar görmüş, kaynakların rivayetlerine göre milyonlarca insan öldürülmüştür. Tarihçiler arasındaki yaygın kanaate göre İslâm tarihinde Moğol istilâsı ile mukayese edilebilecek başka bir felâket yoktur. Moğollar İslâm kültür ve medeniyetini çiğneyip tahrip etmişler ve İslâm ülkelerini harabeye çevirmişlerdir. Mescidler ahır haline getirilmiş, mushaf sayfaları hayvanların ayakları altına serilmiş, İslâm kültür mirasına dair kıymetli eserler yakılmış veya nehirlere atılmıştır. Bu istilâyı bizzat yaşamış kişilerle görüşen Ortaçağ’ın en güvenilir tarihçilerinden İbnü’l-Esîr, Tatar istilâsının Hz. Âdem’den beri insanoğlunun mâruz kaldığı en büyük felâket olduğunu ve Buhtunnasr’ın İsrâiloğulları’na yaptığı katliamla Kudüs’teki tahribatın bu korkunç musibetle asla karşılaştırılamayacağını söyler (el-Kâmil, XII, 316-317). Moğol istilâsı Çin, Orta Asya, Yakındoğu ve Doğu Avrupa’nın etnik ve kültürel yapısının yeniden şekillenmesinde önemli rol oynadı. Özellikle Türk dünyasının etnik yapısı kökünden yıkıldı; Uygur, Karluk, Kıpçak gibi Türk kavimleri parçalanıp Moğol topluluklarının alt tabakalarını oluşturdular. Irak bölgesi siyasal ve kültürel üstünlüğünü kaybetti; Memlük Türkleri sayesinde Mısır ve Suriye onun yerini aldı. Moğollar karşısında tutunamayan pek çok Türk boyu İran yaylası üzerinden Anadolu’ya göç etti. Yeni gelen kalabalık kitleler, uçlara doğru çekilip Anadolu’nun Türkleşmesi’nde ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılıp Türkmen beyliklerinin kurulmasında önemli rol oynadı. Türkmen kitlelerinin yanı sıra memleketleri yakılıp yıkılan pek çok İranlı da Anadolu’ya sığınarak Selçuklu Devleti’nin hizmetine girdi. Bu gelişmeler, XIII-XIV. yüzyıllarda Anadolu şehir hayatını İran kültür sahasının tesirlerine sokarken uçlarda da Türkmenler’in etkinliklerini arttırmasına zemin hazırladı. Öte yandan bütün Yakındoğu’da göçebe kültür ağırlık kazandı; Türk-Moğol giyim tarzı Moğol hâkimiyetine girmeyen Suriye ve Mısır gibi ülkelerde dahi taklit edildi. İstilânın meydana getirdiği karanlık tablo toplumun psikolojisini de etkiledi; bu etki insanlarda dünyevî hayattan kaçış şeklinde tezahür etti. Moğollar’ın zulüm ve baskılarına mâruz kalan halkın mistik eğilimleri yoğunlaştı; bu durum İslâm dünyasında aklî ilimlerin gerilemesine yol açarken dinî-tasavvufî hareketlerin güçlenerek gelişmesi için uygun bir zemin hazırladı.
Moğol hâkimiyeti, özellikle ilk yarım asırdaki katliam ve tahrip döneminden sonra Yakındoğu’da bazı olumlu izler de bıraktı. İlhanlı hâkimiyetinin merkezi olan Azerbaycan’da Gazân Han zamanında Ucân ve Şenbigazân, Olcaytu döneminde Rab’ıreşîdî ve Sultâniye gibi yeni yerleşim merkezleri kuruldu. Bunun yanı sıra Tebriz ve Merâga gibi İlhanlı hükümdarlarının devamlı temas halinde bulundukları büyük şehirlerde önemli imar faaliyetleri yürütüldü. İran tarih yazıcılığının en büyük eserleri İlhanlı sarayı ile irtibatta olan tarihçiler ya da bu devletin hizmetinde çalışan bürokratlar tarafından kaleme alındı. İlhanlı vergi ve maliye usulü bu coğrafyada daha sonra kurulan mahallî idareler tarafından aynen benimsendi. Ön Asya’dan Çin’e kadar bütün toprakların bir tek devletin sınırları içerisinde birleştirilmesi, doğu-batı ticaretinin gelişmesi ve Çin kültürünün Yakındoğu’ya taşınması için zemin hazırladı. Bu dönemde pek çok eser Çince’den Farsça’ya çevrildi. Aynı tesirler başta minyatür olmak üzere güzel sanatlar alanında daha belirgin hissedildi. Moğol hükümdarları astronomi ilmine ilgi duydular ve bu yöndeki çalışmaları teşvik ettiler. İslâm dünyasının en büyük rasathânelerinden biri olan Merâga Rasathânesi’nin yanı sıra Tebriz’de de bir rasathâne kuruldu.
İlhanlı Devleti, Ebû Said Han’ın 736 (1335) yılında vefatının ardından ortaya çıkan taht mücadeleleri neticesinde tarihe karıştı. Bu devletin yıkılmasından sonra Yakındoğu coğrafyasında siyasî hâkimiyet Celâyirliler, Karakoyunlular, Muzafferîler ve Horasan Serbedârîleri gibi devletler arasında paylaşıldı. Moğol hâkimiyeti Çin’de Kubilay’ın halefi Temür Ölceytü Kağan’ın (1294-1307) ölümünün ardından önemli bir varlık gösteremedi. Moğollar, batıda olduğu gibi bu coğrafyada da çok geçmeden yerleşik kültürün tesirine kapıldılar. XIV. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Moğol idaresi doğuda artık parçalanmanın eşiğindeydi. Yüan hânedanı, Togan-Temür’ün (Shunti) 10 Eylül 1368’de Hanbalık’ı terkederek Moğolistan’a çekilmesiyle son buldu.
Yakındoğu’daki Moğol kabileleri İlhanlı Devleti’nin yıkılması üzerine ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. İran coğrafyasında vuku bulan iç savaşlar Moğol bakiyesi kabilelerin gücünü tüketti. Azerbaycan ve Batı İran’da bulunan Moğol bakiyeleri XIV. yüzyılın sonlarına doğru yerlerini Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlı gibi Oğuz-Türkmen zümrelerine bırakarak yavaş yavaş tarih sahnesinden çekildi. Bununla birlikte Türkleşme sürecine giren bazı Moğol kabileleri İran, Azerbaycan ve Anadolu coğrafyasında önemli etnik, topografik ve filolojik izler bıraktı. Moğollar’dan Orta Kızılırmak vadisini yurt tutan ve XV. yüzyıl başlarında Timur tarafından Mâverâünnehir’e götürülen Kara Tatarlar dışındaki unsurlar yavaş yavaş yerli halka karışarak kayboldu.
Aynı şekilde XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Altın Orda ve Çağatay devletleri de hızlı bir Türkleşme sürecine girdi. Çağatay Hanlığı 1380’lerden itibaren Emîr Timur’un nüfuzunu tanımaya başladı. Altın Orda ise 1380 yılında Mamay’ın Kulikov sahasında Ruslar’a karşı uğradığı yenilgi ve Toktamış’ın Timur’dan aldığı darbenin ardından iyice zayıfladı. Moğollar XIV. yüzyılın ikinci yarısında Batı Asya, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da Türkleşme sürecine girerken Uzakdoğu coğrafyasında kendilerini Çin kültürünün karşı konulamaz cazibesine teslim ettiler. XV. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Altın Orda ve Çağatay devletlerinde Moğol kimliğinden geriye Cengiz Han’a dayanan han şecereleriyle bazı Moğolca kelimelerden başkaca bir şey kalmamıştı.
Moğollar, XVI. yüzyıldan sonra anayurtları olan Moğolistan topraklarında muhtelif kabile ve kabileler federasyonu halinde çok defa birbirleriyle savaşarak yaşamaya devam ettiler. Kuzey Çin’deki Moğollar 1691’den itibaren Çinliler’in hâkimiyeti altına girdiler. Bu durum 1921’de Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin (1992’den beri Moğolistan Cumhuriyeti) kurulmasına kadar devam etti. Bugün Moğolistan Cumhuriyeti’nin yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Mançurya, Tibet ve Afganistan’da da az miktarda Moğol yaşamaktadır.
CENGİZ HAN İMPARATORLUĞU (TÜRK-MOĞOL İMPARATORLUĞU)
İmparatorluğun kurucusu Cengiz Han’ın asıl adı Temuçin’dir. 1155 yılında doğan Temuçin, babası Yesügey Bahadır’ı küçük yaşta kaybetti. Yavaş yavaş kabilesini toparlayan Temuçin, Kirayit hükümdarı Tuğrul Han’ın hizmetine girerek hasmı Camoka’yı yendi (1201). Ancak Tuğrul Han’a sığınan Camoka, Tuğrul Han’ın Temuçin’le arasını açtı. Bunun sonucu olarak çıkan savaşta Temuçin, Kirayitler’i yenerek hükümdarı da öldürdü. Daha sonra diğer bir Moğol kabilesi olan Naymanlar üzerine yürüyerek onları da egemenliği altına aldı. Bu başarılardan sonra 1206’da toplanan kurultay kendisine Cengiz unvanını verdi.
Karluk ve Uygur Türkleri’ni de egemenliği altına alan Cengiz Han Çin seferi hazırlığına başladı. Bu sırada Çin’de Kin Sülalesi hâkim bulunuyordu. Çin’in vergi isteğini hakaret kabul eden Cengiz Han, Çin Seddi’ni aşarak dört kol hâlinde Çin’i istila etti. Pekin’i alan Moğol orduları Çin Denizi’ne kadar her tarafı yakıp yıktılar (1216). Karakurum’a dönüşü sırasında Çin’in bütün zenginliklerini beraberinde götüren Cengiz Han daha sonra Karakıtaylar Devleti’ne de son verdi. Batıdaki Harezmşahlar’ın gücünden çekinen Cengiz Han başlangıçta antlaşma yaparak bu devletle dostluk kurdu. Ancak bu dostluk Harezmşahlar’ın uzak görüşlü olmayışları sebebiyle kısa zamanda bozuldu. Karakurum’dan gelen zengin bir Moğol kervanı, Harezmşahlar’ın Otrar Valisi tarafından ele geçirilerek malları gasp edildi, tüccarlar ise Harezmşah Alâaddin’in emriyle öldürüldü. Moğollar bunu protesto için bir elçilik heyeti gönderdiler. Bu defa da Harezmşah Sultanı bu elçilik heyetinin reisini öldürttüğü gibi diğer elçilik heyetinin sakallarını kestirdi. Bu hakaretler karşısında Cengiz Han büyük bir ordu ile Harezm ülkesine yürüdü. Harezmşah Sultanı Alâaddin Muhammed, Cengiz karşısında ağır bir yenilgiye uğradı ve ülkesini kaybetti. Oğlu Celâleddin Harezmşah, İndüs yakınlarında Moğollar’a karşı tekrar bir ordu toplayarak geldiyse de o da tutunamadı ve ülkeyi terk ederek İran içlerine oradan Doğu Anadolu bölgesine geldi. Kıpçak Bozkırı ve İran’ın büyük bir bölümünü fetheden Cengiz Han 1227 yılında öldü.
Cengiz Han’dan sonra vasiyeti gereği Kurultay Ögedey’i Cengiz İmparatorluğu’nun başına Kağan seçti. Ögedey’den sonra Küyük, Mengü ve Kubilay Kağanlar işbaşına geçtiler. Bu dönemde Cengiz İmparatorluğu Çin Denizi’nden Baltık Denizi’ne kadar bütün Avrasya kıtasını ele geçirdi. Kubilay Kağan, Çin’deki merkezinden ayrılmadı. Kubilay Han’la beraber imparatorluk dörde ayrıldı ve ayrı ayrı devletler ortaya çıktı.