Bilinen dünyanın gizemlerle dolu coğrafyaları; Makedonya Krallığı, Yunan birliği ve Pers İmparatorluğu. Bunların ötesindeyse bilinmeyen bir dünya ve bu dünyanın fatihi olmakta adım adım ilerleyen genç ve hırslı bir lider: Büyük İskender. O, büyük filozof Aristoteles’in sadık öğrencisi, tarih sahnesinde eşi benzeri görülmemiş askerî başarılara imza atmış bir komutan ve kıvrak zekâsıyla Pers İmparatorluğu’nu dize getirmiş bir hükümdardı. Babası Kral Philip’in ardından kadim düşmanları kibirli Yunan birliğinin baskısına başkaldırıyor ve Perslerden alacağı intikam için hazırlanıyordu. Bu uğurda Persepolis’ten Hindistan’a, Maveraünnehir’den Babil’e dünyayı dönecek ve eşsiz başarılara imza atacaktı. Tarihçi Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden zekâsı, liderliği ve azmiyle pek çok hükümdara ilham olmuş bir dünya fatihinin sürükleyici ve derinlikli hikâyesi: “İskender: Dünyayı Değiştiren Hükümdar” kitabı geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Biz de Tiryakioğlu ile yeni kitabını, son zamanlardaki tarihi romanları ve dizileri konuştuk.
ÖYKÜNÜLMÜŞ BİR ASKER
“İskender” kitabında okuyucuya nasıl bir Büyük İskender portresi sundunuz?
Makedonyalı İskender, dünya harp tarihi için başat bir isim. Ordularının kuruluş ve nizamından, silah teknikleri, harp usulleri ve sahada geliştirilmeye açık girift taktiklerine; askeriyle olan baba-oğul ilişkisinden, harp esirlerine karşı adil tutumuna kadar tüm seviyelerde örnek alınacak bir mareşal. Hiç kuşkusuz kayıtlı tarihte isimlerini takdirle andığımız, Julius Sezar, Halid bin Velid, Tarık bin Ziyad, Hannibal, Fatih Sultan Mehmet, Şeyh Şamil ve Napolyon Bonapart gibi nice büyük mareşalin eğitim ve gelişimlerinde öykünülmüş bir asker ve aynı zamanda devlet adamı. Bu romanımda İskender’in hayatını işlememin öncelikli nedeni de bu. Pek çok örnek vasfı bünyesinde toplayan ve hayata çok erken veda eden bu genç adam, yıllardan beri kaleme aldığım pek çok asker ve devlet adamının başöğretmen kabul ettiği bir figür. Büyük İskender yalnızca bir asker değil, dolayısıyla metin boyunca okuyucu, İskender’in yalnızca askeri ve siyasi kimliğiyle yüzleşmeyecek; aynı zamanda onun insani kimi noksan yönlerini görecek ve hegemon Yunanlıların baskısıyla büyük bir isyana yönelmiş ruhunun karanlık taraflarıyla da karşılaşacak. Esasen bir anlatıyı içselleştirmemiz, metindeki karakterlerle kurabileceğimiz empatiyle doğru orantılıdır.
ROMANLAR GERÇEĞE SADIK KALMALI
Bu kitabınız ile okurlarınızın zihninde oluşturmak istediğiniz düşünce nedir?
Temel düşünce, her ne kadar genç olursa olsun eğitimini ciddiye alan, bunun için çabalayan hocalarıyla irtibatını mutlak saygı ve sevgi çerçevesinde kuvvetli tutan; ayrıca Batılıların ‘otodidakt’ dedikleri şahsi eğitimi hususunda okul dışında da gayretli bir gencin hayatında imkansız diye bir mevhumun olmayacağı. Sözgelimi Yavuz Sultan Selim Han, şehzadelik yıllarından itibaren ister seferde isterse hazarda kitaplarını yanından ayırmayan, geceleri birkaç saatlik uykuyla yetinip kelebek gözlüğü gözünde olduğu halde uzun saatlerini okuyarak geçiren, ilim aşığı bir liderdi. Bu ona sadece derin bir ruh ve ilim dünyası kazandırmakla kalmadı, İskender’in seferleri ve harp teknikleri üzerindeki uzun süreli okumalarıyla muharebe sahalarında nice başarılara mührünü vurmasını sağladı.
Sizce tarihi roman tamamıyla tarihi şahsiyetlerin hayat öyküsüne sadık mı kalmalıdır?

İster şahıs ister dönem romanları olsun, metin tarihi gerçekliğe mutlak manada sadık kalmalıdır. Bunu zorlayacak bir kurgusal zemin, anlatının temellerini zayıflatır ve kısa sürede çöküşü getirir. Oysa kurgunun amacı gerçeği zenginleştirerek aklımızda kalıcılığını artırmak ve bu sayede metninin temellerini sarsılmaz kılabilmektir. Bu noktada edebiyatın gücü eşsizdir. Şöyle bir örnek verirsem daha anlaşılır olacağına inanıyorum: 2000 yılında Steven Pressfield’in ‘Ateş Geçitleri’ isimli meşhur romanının ilk baskısını okudum. Thermopylae Savaşı’nın kurgusal detayları öylesine güçlüydü ki muharebe alanının tozu dumanı ve kan kokusunu adeta genzimde hissediyordum. Bu sayede romanın gerçek kahramanlarının her birini bugün hâlâ ismen hatırlar, fiziki özelliklerini dahi tek tek sayabilirim. Tarih, iyi bir edebiyatçının elinde gerçeğe daha yakındır. Günümüzde tarihi edebiyat yaygın bir tür değil. Televizyon ve sinemada bu husus tersi olsa da dünyada ve ülkemizde ciddi manada tarihi edebiyatla uğraşan birkaç temel isimden başkasını göstermek oldukça güç. O yüzden bireysel etkilenme daha fazla diyebilirim.
Ciddi bir tarih dizisi furyası da hakim. Senaryosunu tarihten alan bu tür dizilerin halkın genel tarih şuurunun gelişmesi hususunda bir etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz?
2011 yılından bu yana popüler tarihi diziler mevcut ve en eleştirilen örnekleri bile toplumda gerçeği öğrenmek hususunda genel bir merak oluşturdu. Bu durumla ilgili en çarpıcı örnek, merhum Halil İnalcık Hocamızdır. Kendisi vefatından evvel yazdığı son akademik kitapların tamamının bestseller listesine girdiğini görünce hayretini ifade etmiş ve bunun toplumda uyanan genel ilgiyle alakalı olduğunu bizzat söylemiştir. Hiç kuşkusuz bu yönelimde tarihi dizilerin rolü çok büyük. Yıllar içinde şahsi birkaç tecrübemle de söyleyebilirim ki tarihi dizi ve filmlere konu olan büyüklerimizin toplum katındaki manevi makamlarına gerekli hassasiyet gösterilmediği takdirde, o yapım da gereken ilgiyi görmüyor. Türk toplumunun hemen her kesiminde görülebilen bu duyarlılığa başka milletlerde rastlamak güç.